Ne demiştik? Tarih kitapları, korona öncesi ve korona sonrası diye yazacak. Aslında eksik olmuş çünkü arada bulunan ve hiç de öyle kısa olmayan bir süreç var; şu an yaşadığımız süreçten bahsediyorum. Birçoğumuz için, iş hayatı ile ev hayatı en azından mekan olarak, bütünleşmiş durumda. Diğerleri için, iş hayatına bir mola verilmiş olduğundan, onlar da evde kalıyorlar. Yani ekseri çoğunluğumuz, son birkaç haftadır ve önümüzdeki haftalar hatta belki aylar boyunca, hayatlarını evlerinde yaşayacak.
Benim için de aynısı geçerli. Çalışmalarımın büyük bölümünü “home-office” ten yapıyorum, yani görüşmeler telefon veya video-konferans şeklinde oluyor. Böylece geçmiş yılların yoğun yurtiçi ve yurtdışı seyahatları en azından şimdilik tarihe kavuştu. Dijital ortamı çok farklı uygulamalar ile yaşama ve verimli kılma imkanımız var: İş mülakatları, ortak kahve saati, yeni iş arkadaşları ile tanışma saatleri, iş sunumlarını daha önce hiç irtibatta bulunmadığınız müşterilere dijital ortamda sunmak gibi. Hal böyle olurken, ben de hem “eski hayattan” bir payda olsun diye, hem de boş zamanı faydalı geçireyim niyetiyle, sırada bekleyen kitapları okumaya başladım. Onlardan birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum.
Birincisi, Hayati İnanç ve Bekir Develi'nin “Fabrika Ayarı: Anlamlı Bir Hayatın Peşinde Konuşmalar” kitabı. “Biz sohbetin gücüne ve bereketine inanıyoruz. Sohbet kalbin içindekinin bütün yalınlığıyla dışa vurmasıdır. Bütün meselemiz, bir insanın kalbine dokunabilmektir. Sadece bir kardeşimizin fabrika ayarıyla, yani fıtratıyla yüzleşmesine aracı olsa, bu kitap görevini fazlasıyla yapmış olacaktır.” diye tanıttıkları kitap, gerçekten kalbe ve gönüle dokunuyor. Mutlaka okuyun, derim!
Bir başka kitap ise, gerçek bir hayatı konu alan, Deborah Feldman’ın New York Times’ın çoksatar listesinde yer alan “Unorthodox” adlı eseri. ABD’nin New York şehrinin, Brooklyn, Williamsburg mahallesinde vuku bulan ve orada yer alan Satmar isimli bir cemaate mensup genç bir kızın dünyasını anlatıyor. Kendi kurallarını ve kültürünü koruyan cemaat bir ceviz kabuğu gibi kendi içinde, dış dünyadan bağımsız bir hayat sürer. Kitabın merkezinde olan genç kız ise bu dünya'ya aykırı biri ve orasını terk etmek ister ve bunu sonunda başarır. Yahudilik ile ilgili çok konuşulan ancak az bilinen birçok ortam var; onun için buna benzeri kitaplar bilinçlenmek için iyidir.
Tarih tutkunu olarak, tarih kitaplarını es geçmem olmazdı tabii ki. Bu sefer, Almanya ve ikinci dünya savaşı ile ilgili, hem resmi tarihte hem de popüler tarihte çok az işlenen bir konuyu seçtim: 1944 ile 1946 arası, Alman kadınlara ve bilhassa Doğu bölgelerinden göçe mecburi bırakılanlara yapılan zulmü. Okuduğum kitabın biri, “Die vergessene Generation: Die Kriegskinder brechen ihr Schweigen” ve gazeteci/ yazar olan Sabine Bode tarafından yazılmış. Onlarca savaş mağduru Alman kadının yaşadıklarını belgeleri ile anlatıyor. İnsanların neden bu konuyu unutmak istediklerini birebir yaptığı görüşmeler ile belirtiyor. Diğer kitap ise, Ingo von Münch adında, siyasetçi, hukukcu ve yazar kimliği ile tanınan bir Alman tarafından ele alınan “Frau, komm!” adındaki eser. Bu kitab daha çok, Rus askerlerinin işledikleri insanlık dışı olayları ve zulmü konu almış. Bunca yıl geçmesine rağmen, tarihi şahitlerden alınan bilgiler ile donatılan kitap, kalbinize, ahlakınıza, vicdanınıza, kısacası insanlığınıza sesleniyor; hem de öyle bir gür ses ile ki...
Ayrıca, Mısırlı lider ve Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el Benna’nın torunu olan Tariq Ramadan tarafından yazılan “Radical Reform: Islamic Ethics and Liberation” eseri de okudum, daha doğrusu büyük bir bölümünü okudum. Lakin itiraf etmeliyim ki beklediğim hazı alamadım. Bilmiyorum, beklentim hem yazarın isminden yola çıkarak hem de kitabın ismine bakarak belki çok yüksek idi. Yine de İngilizce okumak isteyenlere tavsiye ederim.
Geçen ayki yazımı şöyle noktalamıştım: İnanıyorum ki, daha çok bir olarak, karşılaştığımız zorlukları aşacağız ve geleceğimize sahip çıkacağız. Kurumların önerdiği temizlik önlemlerine uyalım, yani bizler tedbirimizi alalım; takdir Allah’u tealânın. Bu dilek ve temennilerim geçerliğini korumakta. Diğer yandan bu süreçte birçok “ilk”ler yaşadık, örneğin Almanya, Fransa, İngiltere veya İspanya’da açıktan okunan ezanlar gibi. An itibari ile idrak ettiğimiz Ramazan ayı’da bu sefer birçok “ilk” lere gebe. Almanya’daki oruçların bir yönüyle Türkiye’deki oruçlardan daha cazip ve güzel kılan, toplu iftarlar, teravihler ve sonraki birliktelik bu yıl olmayacak gibi. Günlük mukabele takibi ise başka bir örnek. Yine de, iri olacağız, diri olacağız. Mevlam, hepimize hayırlı ve sağlıklı bir Ramazan ayı nasip etsin.
Yaşar Mert
Henüz hiç yorum yapılmamış. Şimdi ilk yorumu siz yapın!
Email adresiniz gizlenecektir. Zorunlu alanlar (*) ile işaretlenmiştir.
Aslında her şey güzel ilerliyordu; 10 yıldan uzun bir sürecin sonunda bu yılın Nisan ayında, DİTİB’in Heilbronn şehir merkezindeki yeni cami girişimi ve projesinin önü açıldı. Daha doğrusu açılmıştı. O tarihte ilgili veya ilgisiz birçok insanın merak ettiği, birçok iniş ve çıkışlarla dolu bir yolun sonucu olarak şunlar açıklanmıştı: Yaklaşık 10 yıl önce yapılması planlanan DİTİB Merkez Camii'ni...
Birçoğumuz, genci yaşlisi, delikanlısı çocuğu, kadını erkeği, çalışanı ve çalışmayanı, öğrencisi işçisi....hatta belki herkes Türkiye tatilini konuşuyor. Zira geçen yıl ancak çok az sayıda insanımızın Türkiye’ye gitmesiyle, halkımız iki yillik bir aradan sonra hasret gidermek için adeta gün sayıyor. Dolayısıyla, bend...
Devam eden korona salgını sürecinde hayatımızın birçok alanında yenilikler ve değişikliklerle tanıştık ve bunlara alıştık da. Olumlu olanı da var olduğu gibi olumsuz olanı da var. Daha önceleri olabildiğince az TV kullanan ben örneğin, salgın zamanında deyim yerindeyse dizi bağımlısı oldum. En belirgin etken belki evde daha fazla vakit geçirme zorunluluğu olsa bile, şa...
Aslında, topluma faydalı çalışmalar yapan insan, örgüt, şirket veya kuruluşların basın yoluyla güçlü bir şekilde tanıtılması ve anlatılması gerektiğine inanıyorum; çünkü bunlar insanlara örnek ve öncü oluyor; çünkü bunlar insanların düşünce ve hayatlarına olumlu bir yön verebiliyor. Bu anlamda son ha...
Bu seferki yazımı Yeşiller’den bayan Baerbock başbakan olur ve Yeşiller koalisyon ortaklarının büyük paydaşı olursa, Türk toplumu için nasıl bir durum gelişir sorusuna cevap vermek üzere yazacaktım – ancak son dakika gelişmelerinden dolayı konumu değiştirdim. Yine de şunu belirtmeden olmaz: Geçen yazımda öngördüğüm gibi, Analena Bae...
Hayır, yanlış okumadınız. Bu da nerden mi çıktı? Anna... kim? Başbakan Merkel değil mi? Anlatacağım. Ama önce şunu belirtmek istiyorum: Eyaletimizde yapılan 14 Mart seçimlerini geride bıraktık. Ve beklenildiği gibi, benim de öngördüğüm gibi, Yeşiller partisinin ve Winfried Kretschmann’ın başarısıyla sonuçlandı. Böylece, Kretschmann ...
Bilindiği gibi, Federal Almanya devletinde yasama ve temsiliyet üç basamaklı bir sistem üzerine kurulu: (1) Federal düzey, (2) Eyalet düzeyi ve (3) Yerel düzey. Federal düzeydeki siyaset ve aktörler daha fazla göz ününde bulunsada ve basın yayın tarafından daha çok konu edilse bile, bizleri asıl ilgilendiren eyalet ve yerel düzey...
Azınlıklar tarih boyunca çoğunluk toplumu tarafından empoze edilen şartlar dolayısıyla farklı zorluklar ve tahribatlar yaşamışlardır. Başarılı olan azınlık toplumları ise bu zorluklara rağmen kendilerine ait dil, kültür ve toplumsal varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Örneğin Balkan Türklerinin anadil bilinç ve becerileri, 800 yıllık bir süreden sonra...
Geçen seferki yazımda Almanya ve Avrupa’ın Müslümanlar ile olan imtihanlarına kötü not vermiştim. Hal böyle olunca, çarenin ne olduğunu merak edenler oldu tabii. Yani, Müslümanlar ırkçılık, Islamofobi, aşırı milliyetçilik kıskacından nasıl çıkacak? Günah keçisi olmaktan nasıl kurtulacak? Ben bunları düş&uu...
Geçen seferki yazıma “Tepkisiz Türk toplumu ve Koronalı kış” başlığını atmıştım. Bu seferkinin de aynı çerçevede olduğunu görüyorsunuz. Ne yazık ki daha güzel konuları kaleme almak istesem de, gerçekleri ve gelişmeleri gözardı etmeyerek, öngördüğüm imkan veya zorluklara dikkat çekmeyi görev olara...
Geçen seferki yazımda, “yaklaşan seçimler ve gayri-siyasi Türk toplumu” başlığı altında, bizleri teslim değil de temsil eden insanların olmamasından yakınmıştım. Zira bu eksiklik bize çok pahalıya mal oluyor. Eski deyimi kullanacak olursam, daha mürekkebimin boyası kurumadan, ne kadar haklı olduğumu gösteren olaylar gelişti ve ne yazik ki geliş...
Almanların meşhur bir sözü vardır: “Nach dem Spiel ist vor dem Spiel” diye, yani maç sonrası bir sonraki maçın başlangıcı sayılır. Bunu siyaseten tercüme edecek olursak şöyle bir söz geliştirebiliriz “Her seçim sonrası, yeni bir seçimin başlangıcıdır”. Tabii ki seçimler arası olan süre, maç arası olan&n...
Bu yıl ilk günden beri çok değişik bir yıl olmaya devam ediyor. Yaşanan doğal olaylar, dünya sahnesinde gerçekleşen çekişmeler, sağlık alanındaki gelişmeler, büyükten küçüğe hepimizi etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Bu etkenlerden biri de yıllık yaz tatilimiz üzerineydi, öyleki Almanya’lı Türkler olarak bu yıl evde ...
Birçok olayın ve gelişmenin çok hızlı ve aynı anda yaşandığı günlerden geçiyoruz. Daha önceleri, birkaç yılda yaşanan veya en azından bizde öyle bir intiba bırakan olaylar, şimdilerde ise birkaç hafta hatta birkaç saat içinde yaşanabiliyor. Örnek vermek gerekirse, karşımıza şöyle bir liste çıkıyor: dünyayı olduğu...
Yukarıdaki sorumun cevabını hemen vereyim: evet ve hayır. Nasıl mı olur? Yazımı okuduğunuzda anlayacağınızı umuyorum. Önce bir hatırlayalım: Koronavirüs (SARS COV-2 isimli virüs) bulaşıcı hastalığın gündemde olduğu ilk günden itibaren, dünya çapında bir salgın olduğunu belirtmek için, resmi ve gayriresmi kurum ve kuruluşlar, her gün, gece g...