Birçok olayın ve gelişmenin çok hızlı ve aynı anda yaşandığı günlerden geçiyoruz. Daha önceleri, birkaç yılda yaşanan veya en azından bizde öyle bir intiba bırakan olaylar, şimdilerde ise birkaç hafta hatta birkaç saat içinde yaşanabiliyor. Örnek vermek gerekirse, karşımıza şöyle bir liste çıkıyor: dünyayı olduğu gibi birçok AB ülkesini savup savuran koronavirüs salgını, Fransa’daki sarı yeleklilerin bitmez bilmeyen gösterileri ve onlara uygulanan devlet şiddeti, ABD’deki siyahilerin başkaldırısı, AB’de aşırı sağ partilerin önlenemez yükselişleri, Libya’daki çatışmalar ve Türkiye’ye karşı uluslararası entrikalar, Almanya kökenli Wirecard şirketinin bilançosundan kaybolan (!) 1.9 milyar Euro ve beraberindeki usulsüzlükler, Stuttgart’taki sokak çatışmaları ve yağmalar gibi. Asıl sorun tümünün sanki aynı anda yaşanıyor gibi olması ve belki daha vahimi birçok ülke yöneticilerinin ki buna kısmen Almanya iktidarı da dahil, bu olaylara karşı biçare kalması. Bir adım daha ileri gidecek olursak, kapitalizmin dayattığı hayat tarzı, insanları hergün daha fazla sömürmesi ve buna karşın birkaç zenginin daha zengin olması, toplumlar üzerinde artık dayanılmaz bir yük hale geldiğini ve patlak verdiğini görebiliyoruz. Asıl sorun bu olurken, insanlar ve bilhassa fırsatçı faşist siyasetçiler, azınlıkları ve toplumun daha az savunması olan kesimleri ötekileştirerek, suçlayarak onlara karşı zaten var olan önyargı ve ayrımcılığı körüklüyor ve derinleştiriyor.
Ìşte tam bu anlamda Almanya’nın duruşu ve durumu çok önemli çünkü hem Avrupa’da hem de dünya çapında birçok alanda öncülük yapmakta. 1990 öncesi Almanya’yı yaşayan ve tanıyanlara samimi olarak soruyorum: yaşadığınız ülke aynı ülke mi? Kendinizi ve ailenizi huzurda hissediyor musunuz? Çocuklarınızın ileride huzurlu ve eşit yaşayabileceklerini düşünüyor musunuz? Kendi kimliklerini koruyarak yaşayabileceklerini tahmin ediyor musunuz? Bu sorulara benim cevabım belli: Hayır. Hergün ırkçı bir saldırı ve uygulamaları haberlerde izliyor ve okuyoruz; hatta bazılarını bizzat kendimiz de yaşıyoruz: İşyerindeki ayrımcılık, devlet kurumlarındaki bilinçaltı ırkçılık örneğin Jugendamt, alış verişte, eğitim kurumlarında, basındaki faşizan Türk ve Türkiye karşıtlığı, camilere yapılan saldırılar, cami yapımı esnasındaki çıkarılan zorluklar, Hanau gibi vahşi saldırılar ve daha nice örnekler ...ancak belki en önemlisi: Tüm bunlara yüzeysel yaklaşan ve geçiştirmeye çalışan bir kamuoyu ve bizim bu konuda derin bir uykuya dalmış toplumumuz.
Yazdıklarım tabii ki sadece bir intiba değil, gerçeklere dayanarak yazılmış. Gelin birkaç rakama beraberce bakalım:
⦁ Camilere yapılan ve kayıt altına alınan saldırılar: 122 (2019) (kaynak: brandeilig.org)
⦁ Irkçılık irtibatlı saldırılar: 8.000'e yakın; bunlardan 1.000'e yakını İslam düşmanlıgı içeren saldırı (kaynak: Bundesinnenministeirum BMI, 2019)
⦁ Alman halkının %52'sinin İslamı bir tehdit olarak algılaması (kaynak: Religionsmonitor, Bertelsman-Stiftung)
⦁ Mültecilere yapılan saldırılar 1.100 üzerinde (kaynak: Amadeu-Antonio-Stiftung, 2019)
⦁ Şubat 2020’de Hanau’da yapılan ırkçı saldırıda ölen 11 vatandaş
Sayılar yazmakla bitmez ne yazik ki. Ancak bilinen bir durum var ve bunu şöyle tarif edebiliriz: Almanya’nın en büyük başağrılarından biri ırkçılıktır. Ve bu sorun daha da büyüyecek gibi görünüyor çünkü iktidarın bunu çözmek için elle tutulur bir proje veya çalışması yok maalesef.
Bunları yazarken bir konuyu vurgulamak istiyorum: Alman halkını genel olarak ırkçılıkla suçlamıyorum; tam tersine, ırkçılık belasına en az bizim kadar karşı duran ve karşı koyan Alman dostlarımız var ve bunları takdir ediyorum. Ne yazık ki bunların sesleri yeterince duyulmuyor, daha ötesi ta ikinci dünya savaşı sonrasında Nazi rejimin birçok üyesi, devlet kurumlarından uzaklaştırılmadığından bilhassa emniyet ve içişlerine bağlı kurumlarda çalışmalarına devam ettiğinden dolayı, dostlarımızın çalışmalarını bir nevi dengeliyor ve engelliyorlardı. Örnek mi? Böyle olmasa, hangi mantıkla, NSU davasının dosyalarını 120 yıl boyunaca gizli tutma kararı çıkabilirdi? Veya, nasıl oldu da birçok dosya aniden buharlaştı veya yangın kurbanı oldu?
Şimdi bize düşen nedir diye soracak olursanız, ancak şunu diyebilirim: Bu tür gelişmelere karşı yapılabilecek en iyi panzehir birlik ve örgütlü olmak (maalesef, bunu başarabileceğimize inancım yüksek değil) ile gençlerimizi bilinçli ve özgüvenli yetiştirmek ve becerilerine uygun eğitim almalarını sağlamak (bunun için de daha çok çalışmamız gerek) olacak.
Allaha emanet olun.
Yaşar Mert
Henüz hiç yorum yapılmamış. Şimdi ilk yorumu siz yapın!
Email adresiniz gizlenecektir. Zorunlu alanlar (*) ile işaretlenmiştir.
Aslında her şey güzel ilerliyordu; 10 yıldan uzun bir sürecin sonunda bu yılın Nisan ayında, DİTİB’in Heilbronn şehir merkezindeki yeni cami girişimi ve projesinin önü açıldı. Daha doğrusu açılmıştı. O tarihte ilgili veya ilgisiz birçok insanın merak ettiği, birçok iniş ve çıkışlarla dolu bir yolun sonucu olarak şunlar açıklanmıştı: Yaklaşık 10 yıl önce yapılması planlanan DİTİB Merkez Camii'ni...
Birçoğumuz, genci yaşlisi, delikanlısı çocuğu, kadını erkeği, çalışanı ve çalışmayanı, öğrencisi işçisi....hatta belki herkes Türkiye tatilini konuşuyor. Zira geçen yıl ancak çok az sayıda insanımızın Türkiye’ye gitmesiyle, halkımız iki yillik bir aradan sonra hasret gidermek için adeta gün sayıyor. Dolayısıyla, bend...
Devam eden korona salgını sürecinde hayatımızın birçok alanında yenilikler ve değişikliklerle tanıştık ve bunlara alıştık da. Olumlu olanı da var olduğu gibi olumsuz olanı da var. Daha önceleri olabildiğince az TV kullanan ben örneğin, salgın zamanında deyim yerindeyse dizi bağımlısı oldum. En belirgin etken belki evde daha fazla vakit geçirme zorunluluğu olsa bile, şa...
Aslında, topluma faydalı çalışmalar yapan insan, örgüt, şirket veya kuruluşların basın yoluyla güçlü bir şekilde tanıtılması ve anlatılması gerektiğine inanıyorum; çünkü bunlar insanlara örnek ve öncü oluyor; çünkü bunlar insanların düşünce ve hayatlarına olumlu bir yön verebiliyor. Bu anlamda son ha...
Bu seferki yazımı Yeşiller’den bayan Baerbock başbakan olur ve Yeşiller koalisyon ortaklarının büyük paydaşı olursa, Türk toplumu için nasıl bir durum gelişir sorusuna cevap vermek üzere yazacaktım – ancak son dakika gelişmelerinden dolayı konumu değiştirdim. Yine de şunu belirtmeden olmaz: Geçen yazımda öngördüğüm gibi, Analena Bae...
Hayır, yanlış okumadınız. Bu da nerden mi çıktı? Anna... kim? Başbakan Merkel değil mi? Anlatacağım. Ama önce şunu belirtmek istiyorum: Eyaletimizde yapılan 14 Mart seçimlerini geride bıraktık. Ve beklenildiği gibi, benim de öngördüğüm gibi, Yeşiller partisinin ve Winfried Kretschmann’ın başarısıyla sonuçlandı. Böylece, Kretschmann ...
Bilindiği gibi, Federal Almanya devletinde yasama ve temsiliyet üç basamaklı bir sistem üzerine kurulu: (1) Federal düzey, (2) Eyalet düzeyi ve (3) Yerel düzey. Federal düzeydeki siyaset ve aktörler daha fazla göz ününde bulunsada ve basın yayın tarafından daha çok konu edilse bile, bizleri asıl ilgilendiren eyalet ve yerel düzey...
Azınlıklar tarih boyunca çoğunluk toplumu tarafından empoze edilen şartlar dolayısıyla farklı zorluklar ve tahribatlar yaşamışlardır. Başarılı olan azınlık toplumları ise bu zorluklara rağmen kendilerine ait dil, kültür ve toplumsal varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Örneğin Balkan Türklerinin anadil bilinç ve becerileri, 800 yıllık bir süreden sonra...
Geçen seferki yazımda Almanya ve Avrupa’ın Müslümanlar ile olan imtihanlarına kötü not vermiştim. Hal böyle olunca, çarenin ne olduğunu merak edenler oldu tabii. Yani, Müslümanlar ırkçılık, Islamofobi, aşırı milliyetçilik kıskacından nasıl çıkacak? Günah keçisi olmaktan nasıl kurtulacak? Ben bunları düş&uu...
Geçen seferki yazıma “Tepkisiz Türk toplumu ve Koronalı kış” başlığını atmıştım. Bu seferkinin de aynı çerçevede olduğunu görüyorsunuz. Ne yazık ki daha güzel konuları kaleme almak istesem de, gerçekleri ve gelişmeleri gözardı etmeyerek, öngördüğüm imkan veya zorluklara dikkat çekmeyi görev olara...
Geçen seferki yazımda, “yaklaşan seçimler ve gayri-siyasi Türk toplumu” başlığı altında, bizleri teslim değil de temsil eden insanların olmamasından yakınmıştım. Zira bu eksiklik bize çok pahalıya mal oluyor. Eski deyimi kullanacak olursam, daha mürekkebimin boyası kurumadan, ne kadar haklı olduğumu gösteren olaylar gelişti ve ne yazik ki geliş...
Almanların meşhur bir sözü vardır: “Nach dem Spiel ist vor dem Spiel” diye, yani maç sonrası bir sonraki maçın başlangıcı sayılır. Bunu siyaseten tercüme edecek olursak şöyle bir söz geliştirebiliriz “Her seçim sonrası, yeni bir seçimin başlangıcıdır”. Tabii ki seçimler arası olan süre, maç arası olan&n...
Bu yıl ilk günden beri çok değişik bir yıl olmaya devam ediyor. Yaşanan doğal olaylar, dünya sahnesinde gerçekleşen çekişmeler, sağlık alanındaki gelişmeler, büyükten küçüğe hepimizi etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Bu etkenlerden biri de yıllık yaz tatilimiz üzerineydi, öyleki Almanya’lı Türkler olarak bu yıl evde ...
Birçok olayın ve gelişmenin çok hızlı ve aynı anda yaşandığı günlerden geçiyoruz. Daha önceleri, birkaç yılda yaşanan veya en azından bizde öyle bir intiba bırakan olaylar, şimdilerde ise birkaç hafta hatta birkaç saat içinde yaşanabiliyor. Örnek vermek gerekirse, karşımıza şöyle bir liste çıkıyor: dünyayı olduğu...
Yukarıdaki sorumun cevabını hemen vereyim: evet ve hayır. Nasıl mı olur? Yazımı okuduğunuzda anlayacağınızı umuyorum. Önce bir hatırlayalım: Koronavirüs (SARS COV-2 isimli virüs) bulaşıcı hastalığın gündemde olduğu ilk günden itibaren, dünya çapında bir salgın olduğunu belirtmek için, resmi ve gayriresmi kurum ve kuruluşlar, her gün, gece g...